4 Eki 2015

-miş Gibi

Gözlerini gri gökyüzünde gezdirdi. Güneşli bir gün olmasını umuyordu oysa. Güzel bir gün batımı bile olabilir düşüncesiyle fotoğraf makinesini yanına almıştı. Boşu boşuna yük ettim makineyi kendime diye geçirdi içinden bu esnada deniz ile gökyüzü arasında ki ufuk çizgisini ayırt etmeye çalışıyordu öylesine iç içe geçmişlerdi ki normal bir zamanda keskin bir şekilde bir birinden ayrılan deniz ve gökyüzü bir bütün olmuştu. Denizdeki balıkçı tekneleri gökyüzünde yüzüyordu adeta. Dayanılmaz bir uçma isteği hissetti yüreğinde yanaklarında süzülen rüzgârı hayal edebiliyordu. Bir kuş olsaydım yapacağım son şey yere konmak olurdu dedi ama yanındakilerin hiç biri duymadı dediklerini. Pek bu dünyaya ait değil gibiydi zaten boşlukta asılı kalmış gibi elinde olmaksızın bir yerlere akıyordu. Mutluymuş gibi, eğleniyormuş gibi, huzurluymuş gibi, dertsizmiş gibi yaşıyormuş gibi yapıyordu nefes bile almıyordu aslında alıyormuş gibi yapıyordu. Maksat dostlar alış verişte olsun derler ya o hesap.

Arkasından gelen ses ile irkildi “Daha ne kadar gökyüzüne bakacaksın? Yol ver de geçelim.” Yüzünde eğreti duran bir gülümsemeyle özür dileyerek evli olduğunu düşündüğü çifte yol verdi. Göz ucuyla adamın sinirli olduğu her halinden belli olan yüzüne baktı. Suçluluk hissetti hep böyle oluyordu nedense başkalarının yerine üzülüyor, suçluluk duyuyordu.

Güneş batmadı o gün belki dünyanın başka bir yerinde çok güzel bir şekilde, izleyenlerde hayranlık uyandırarak nazlı nazlı batıyordu ama orada güneş batmadı, gün karanlıkla buluştu usul usul. 

11 Ağu 2011

Talihsizlik, Sabırsızlık, Sebatsızlık ya da her neyse

Saat 21:30 suları teyzeme gitmek amacıyla hazırlıklara başlıyorum. Malum kış günü hava soğuk sağlam giyinmek lazım. Meteorolojide uyarmış yağmur yağacak diye, yollar bomboş önce düşünüyorum evin yakınından geçen minibüse mi binsem diye sonra vazgeçiyorum indikten sona çok yol yürüyeceğim bahanesiyle. Eve daha yakın mesafeden geçen başka bir minibüse binmek maksadıyla yürümeye başlıyorum farkında değilim sanki yürüdüğüm yolun az önceki minibüsten inince yürüyeceğim yol kadar olduğunun. Çiseleyen yağmur altında bir süre daha yürüdükten sonra başlıyorum beklemeye ama ne gelen var ne giden uzunca bir süre bekledikten sonra diyorum ki madem buraya kadar geldim ineyim daha aşağıya oradan otobüse bineyim bir o kadar daha yürüdükten sonra geliyorum otobüs durağına (bu arada yürüdüğüm mesafe çoktan teyzemin evine olan mesafeyi aşmış durumda) ve sabırsız bekleyişime tekrar başlıyorum. Yok bir terslik var bu akşam bende sabah tersimden mi kalktım ne... Sinirleniyorum gelmeyen otobüse ve metrobüs durağına yöneliyorum. Gişeden durağa geçtiğim esnada otobüs ile göz göze geliyoruz benim duraktan ayrılmamı beklermiş gibi damlamış hemen ... Sinirlenmeyeceğim... Hayır ardan geçen altı aya rağmen hala sinirli değilim... Ne alakası var canım sinirimden yayımlamamazlık yapmadım yazıyı. Kimi kandırıyorum aklıma geldikçe o gece hala tüylerim diken diken oluyor. On dakikalık yol bir buçuk saat sürdü üstüne de teyzemin evine yürüyerek gidebilecek kadar yol yürüdüm...

Görüldüğü üzere insanoğlu bazen çok saçma kararlar verebiliyor ve işin en garip tarafı bir saçma karardan sonra durumu telafi etmek için alınan kararlarda aynı saçmalıkta oluyor.

17 Şub 2011

Bıçak

Titreyen elleriyle bıçağın sapını kavradı. Aynı anda tüm vücuduna yayılan dehşet dalgası bir an için kanını dondurdu. “Yapamayacağım…” dedi kendi kendine. Hemen ardından bu düşünceleri zihninden kovdu. Bıçağın sapını daha sıkı kavrayarak yukarıya kaldırdı. Biran gözlerinin yansımasını gördü bıçağın soğuk çeliğinde, tekrar ürperdi ve yeni bir titreme dalgası geçirdi vücudu ama bu defa daha kısa sürmüştü. “Yapamazsın bunu…” dedi kafasındaki ses. “Başaramazsın…” yeter… diye bağırdı. Sesi gecenin içinde kaybolurken söyledikleri karşısında tüyleri diken diken oldu. Kararını vermişti ve biran önce uygulamalıydı. Aksi takdirde bir daha yapamayacaktı, bir daha gösteremeyecekti aynı cesareti. Saniyenin onda birinden daha kısa bir sürede elindeki bıçağı ters cevirdi ve tüm gücüyle göğsüne kalbinin biraz üzerine sapladı. Soğuk çelik göğsünün içinde ilerlerken tarifi imkânsız bir acı tüm vücuduna yayılmaya başlamıştı bile. “Acele etmeliyim…” diye düşündü, bilincini kaybetmeden önce yapmalıydı planladığı şeyi. Göğsüne sapladığı bıçağı iki eliyle birden kavradı. Tüm gücüyle sapladığı yerden aşağı doğru çekerek bir yarık oluşturdu. Acı daha da arttı. Acıya aldırmadan açılan yarıktan içeriye elini uzattı. Kıpırdayan bir şey arıyordu içeride ve bilincini kaybetmeden birkaç saniye önce kıpırdayan şeyi kavrayarak yerinden çıkardı. “Başardım…” diyebildi sadece elinde kıpırdayan şeye bakarken.

11 Şub 2011

Taş Köprü

Dolunayın saklandığı yerden çıkmasıyla karın sahte aydınlığı yerini berrak pırıl pırıl bir aydınlığa bırakmıştı. Yavaşça şehrin sokaklarından süzüldü, şehrin son ışıklarını da arkasında bırakırken ay ışığında parlayan taş köprü tüm heybetiyle gözlerinin önünde büyüyordu. Köprünün başladığı yere kadar giden asfalt yol oradan itibaren değişiyor, antik çağlardan kalma bir hal alıyordu. Köprünün ortasına gelince durdu. Kısmen donmasına rağmen ninni söylermişçesine tatlı bir şırıltıyla akmaya devam eden dereyi dinledi. Dere ay ışığında yıldızımsı parıltılar oluşturarak köprünün hemen altında karanlığa karışıyordu.

Nokta

Varoluş savaşımı veriyorum benliğimde
Bitmeyen buhranlar sarmış dört yanımı
Bir noktayım zorlu hayat sahnesinde
Noktaya düşen neyse onu yapıyorum
Her cümlenin sonunda yine ben varım



(Eskilerden bir şiir biraz elden geçirip adam etmeye çalıştım)

10 Şub 2011

Bir hikaye, başı ve sonu tamamlanmamış!


Telefonu kapattı. Göz göze geldiler. Eylül balta girmemiş yeşil gözlerin içinde kaybolduğunu sandı. İnsana huzur veren, yüreğini rahatlatan koyu yeşil gözler. Gülümsedi, sıcak ve içten gülümseyişi aynı şekilde karşılık buldu. İlk defa gülümsediğini görmüştü.Tatlı bir sıcaklığın içine yayıldığını hisetti, yanındaki adamın gözlerinden gözlerine akan tarifi imkansız sıcaklık yeni yetme gençlerin acemiliğini hisettirdi yıllardan sonra. Ne yapıyorum böyle dedi kendi kendine bu heyecan, coşku, neşe... Sadece adını bildiği bir yabancıydı yanındaki. Sakin olmalıyım diye düşünerek telkinde bulundu kendine. Bakışlarını tekrar yola çevirdi.

- Nereye gidiyoruz?

Doğrular değişken midir?


Eski defterlerimi karıştırdım bugün. Kenarına birşeyler karaladığım tüm eski yaprakları yeniden gün yüzüne çıkardım. Ara sıra havalandırmak lazım ki küflenmesinler. Gariptir, insan bazen geçmişine şaşırıyor; pürüzlü yollardan geçmiş, türlü zorluklar atlatmış, acılarla boğuşmuşum. Yarından bugüne bakınca tümünün basit şeyler olduğunu görüyorum ama ne yazık ki çoğu zaman dünden bugüne baktığımdan ızdırap çekiyorum. Bardağın boş ya da dolu kısmını görme paradoksu burada da karşıma çıkıyor.

Püf noktası olaylara bakış açımızda gizli. Doğrular tektir diye düşünürüz her zaman ve bu da bizi ister istemez düşündüklerimizin, yaptıklarımızın doğru olduğu, gerikalan herkesin yanlış olduğu fikrine götürür öyleki sonunda saplantı haline gelir doğrular(ımız). İnanmayan bir insan için din gereksizdir, yanlıştır, bir hristiyan Tanrı'nın tekliğine inanmaz ona göre yanlıştır, müslüman bir insan ALLAH'ın varlığına ve tekliğine inanır. Hangisi doğru, hangisi yanlış? Hoşgörü dini İslam bu noktada anlayışlı olmaya davet eder müslümanları (aldırmayın intihar bombacılarına, İslam adı altında masumların canını alanlara, örümcek beyinlilere). Bu gibi derin mevzulara dalmadan yüzeye çıkmak ve asıl konuya geri dönmek istiyorum. İnancı, bakış açısını açıklamak adına güzel ve etkili bir örnek olduğu için verdim.

Geldiğimiz nokta özetle; doğrunun nereden ve nasıl bakıldığına göre farklılık gösterdiğidir. Hala ikna olmadıysanız, bu fikri Mevlana'ya ait çok güzel bir yazı ile örnekleyebilirim.